ABD Gizli Servisinden yetkililer Erdoğan ve Netanyahu’nun birkaç gün arayla Beyaz Saray’da konaklamasına dair önlemleri aldı
Beyaz Saray’a komşu Blair House’da ağırlanacak olan yüksek profilli ziyaretçilerin korunması, Dışişleri Bakanlığı protokol birimlerinin sorumluluğunda. Ancak başkan da söz konusu olduğu için Gizli Servis ile de koordineli organize ediliyor.
Sıkı güvenlik protokollerinin bir parçası olarak Beyaz Saray’ın etrafı yüksek çitler ile çevrelendi ve önündeki Lafayette Meydanı kapatıldı.
Bu önlemler, Viyana Konvansiyonu’ndan kaynaklanan uluslararası güvenlik standartları çerçevesinde ziyaret edenlerin fiziki alan ihlalini önleme amaçlı alınmakta.
DC Metropolitan Polisi, trafik ve çevre kontrolünde destek sağlamakta ve Diplomatik Güvenlik Bürosu ile Gizli Servis de sorumlu.
Çarşamba itibariyle yüksek çitlerin üzerinden Beyaz Saray çitlerine kadar halka açık geçişler var.
Perşembe günü Erdoğan, Pazartesi günü ise Netanyahu misafir edilecek.
Protestocular, Beyaz Saray’ın 17. Cadde ile kesiştiği köşelerde veya Lafayette Meydanı dışında sınırlı alanlarda toplanabilir. Pazartesi günü Netanyahu karşıtı olumsuz bir protesto bekleniyor.
Türk gruplar şimdilik bir gösteri bildirim planı sunmadı.
DC Polisine (Metropolitan Police Department) bir toplantı veya gösteri plan bildirimi sunmak bir nezaket. NPS (National Park Service) ile ilgili olarak ise, 25 kişiden fazla katılımcı varsa ulusal parklar için izin alınması gerekmekte.
Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği önünde düzenlenen protestolar da her zaman bu bildirimi yaparak gerçekleştirildi.
Türkiye’deki iktidar karşıtı gösterilere mekan olarak Türkiye Büyükelçiliği’nin seçilmesini eleştirenlere rağmen, esasen Beyaz Saray önünde protesto yapmanın Türkiye’yi Amerika’ya şikayet etmekten kaçınmak anlamına geldiği bir gerçek.
Ülkelerinden umudu kesmeyenler, tepkilerini iletmek için büyükelçiliğe gidiyor.
Ama bir lider geldiğinde mesajı onun olduğu yerde iletmekte bir seçenek.
DÜNKÜ BMGK OTURUMU; TRUMP VE SİLVA’DAN SİSTEM ELEŞTİRİLERİ
Trump’ın BM mesajı kadar dikkat çekici olan bir diğer lider Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva oldu.
ABD Başkanı Trump’tan bahsetmeden, ülkesinin demokratik hukuk sistemini övdü ve dünya düzenine dikkat çekti.
“Demokratik olmayan güçler, kurumları boyunduruk altına almaya ve özgürlükleri bastırmaya çalışır” diyerek sert bir mesaj verdi.
Trump’ın diğer konuşmacılar ardından gelerek başladığı konuşmasında BM’den ayrılmayı, yeni fon kesintileri duyurması bekleniyordu. Ne de olsa öngörülemez biri…
Konuşmasının ilk yarısı, iç kamuoyuna yönelikti.
Teleprompter arızası sırasında, “BM’den aldığım tek şey bozuk bir teleprompter” diyerek birkaç kahkaha topladı.
İkinci yarıda BM’ye yönelik suçlamalar sertleşti:
“BM sorunları çözmüyor, sorun yaratıyor.”
“BM, yüz milyonlarca kaçak göçmenin ABD’ye kitlesel istilasını organize ediyor ve finanse ediyor.”
Yenilenebilir enerji bir “acınası şaka” ve iklim değişikliği iddiası tarihin “en büyük sahtekarlığı” …
ABD, BM’ye ev sahipliği yapıyor ancak kolayca gözden çıkarabiliyor.
Bu arada BM yakınlarında, Gizli Servis tarafından hücresel ağı devre dışı bırakabilecek 100.000’den fazla SIM kart ve 300 sunucudan oluşan bir depo bulundu.
Yani sadece Erdoğan’ın süreyi aşan mikrofonunun kapanması, Trump’ın ve eşi Melanie Trump’ın yürüyen merdiveni ile başkanın genel kurul salonundaki teleprompterının bozulması değil, başka sabotajlar da bekleniyordu.
Nitekim Beyaz Saray basın sözcüsü Karoline Leavitt yürüyen merdiven olayının araştırılması gerektiğini, Times’ın BM çalışanlarının merdiven ve asansörleri durdurma şakası yaptığına dair haberiyle paylaştı…
TRUMP’IN BM’YE BAKIŞI, RUSYA VE NATO
Nisan ayında Dışişleri Bakanlığı basın brifinginde, ABD’nin; Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınayan bir BM kararına Kuzey Kore ve Sudan’la birlikte “hayır” oyu vermesinin ardından, o dönem Dışişleri Sözcüsü olan Tammy Bruce’a ABD’nin BM’den vazgeçip geçmediğini sormuştum.
Bu görüntünün açıklamaya ihtiyacı vardı.
Bruce, gülerek şu yanıtı verdi:
“Bu yönetim BM’de bir nedenle bulunuyor. BM önemli bir rol oynayabilir, geçmişte oynadı, yine oynayabilir.”
Aylar sonra Bruce, 9 Ağustos 2025’te ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Yardımcısı olarak atandı.
Bu atama, Washington’un BM ile ilişkilerini tamamen terk etmediğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bu hafta dünya liderleri New York’ta bir araya gelirken, soru hâlâ aynı: ABD, BM’yi hala ortak sorun çözme platformu olarak görüyor mu, yoksa bir ayağı kapının dışında mı?
FİLİSTİN, GAZZE VE HAMAS
Trump’ın Suudi ve Fransa’nın sponsor olduğu; Arap liderler ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gerçekleştirdiği Filistin toplantısının bildirgesi henüz yayınlanmadı.
Erdoğan’ın Trumpla birlikte masanın başında oturması, diplomatik bir jest olarak değerlendirilebilir.
Erdoğan toplantıdan memnun olduğunu defaatle vurguladı.
Trump ve Erdoğan, Filistin ve Gazze konusunda benzer bir yaklaşımı paylaşmıyor gibi görünüyor.
Eylem ve söylem arasındaki denge kritik.
Erdoğan, seçmen tabanının çoğunluğu Filistin yanlısı bir bakış açısına sahipken, aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki diplomatik ve ekonomik ilişkilerini de yönetmek zorunda.
Erdoğan BM’de söylemde Filistin’in arkasında durdu ve “HAMAS direnişçi bir grup benim için” dedi.
Filistin protestosu yapanları övdü. Ama Turkiyede protestocuların hali ortada o da ayrı konu.
Erdoğan şimdilik ABD’ye gümrük vergilerini düşürmeyi hayata geçirdi.
Ancak Filistin için yapılan pazarlıkların somut sonucu ve hangi noktaya varacağı hâlâ belirsiz.
Perşembe günü veya Beyaz Saray’dan gelecek açıklamalar bu dengeyi netleştirebilir mi?
Trump Erdoğan’ı HAMAS’a desteği konusunda eleştiriyor.
Peki HAMAS’tan uzak durmak zorunda kalan Filistinlilerin sesi ve talepleri gerçekten duyuluyor mu?
Yani sahadaki Filistin halkının tümü nasıl temsil ediliyor?
Trump, Filistin devletinin tanınmasını Stermeir ile olan “az sayıda anlaşmazlığımızdan biri” olarak nitelendirirken, Erdoğan Gazze’deki durumu “soykırım” olarak tanımlıyor ve İsrail’i sert bir şekilde eleştiriyor.
Bu farklılıklar, iki liderin Filistin konusundaki vizyonlarının büyük ölçüde örtüşmediğini gösteriyor.
İSRAİL İLE TİCARET VE AVRUPA
Türkiye, 2024 yılında Gazze’deki insani kriz nedeniyle İsrail ile olan ekonomik ve ticari ilişkilerini tamamen kesme kararı almıştı.
Türk hava sahası İsrail uçaklarına kapatıldı, İsrail gemilerinin Türk limanlarına girişi yasaklandı
Resmi verilere göre İsrail’in Türkiye’den aldığı toplam ihracat yaklaşık 1 milyar dolar azalmıştı.
Ancak bazı Türk şirketlerinin malları üçüncü ülkeler üzerinden İsrail’e göndermeye devam ettiği, bu sayede ambargonun fiilen aşıldığı belirtiliyor.
Örneğin ürünler önce Yunanistan gibi aracı bir ülkeye sevk ediliyor, oradan İsrail’e ulaştırılıyordu.
Türkiye Ticaret Bakanlığı, bu iddiaları “tamamen yanlış” olarak reddetse de, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ve İsrail İstatistik Kurumu (CBS), dolaylı yollarla yapılan bu sevkiyatları veri olarak takip ediyor ve raporluyor.
Böylece resmi ambargo ile pratikteki ticaret arasında ciddi bir çelişki ortaya çıkıyor ve kamuoyunda hükümetin Filistin hassasiyeti ile ticari uygulamaları arasındaki tutarsızlık tartışma konusu oluyor.
Avrupa Birliği de İsrail’e karşı ekonomik baskı uygulamayı tartışıyor. Komisyon İsrail ile olan tercihli ticaret anlaşmasının askıya alınmasını ve bazı İsrailli yetkililere yaptırımlar uygulanmasını önerdi.
Bu öneri, yaklaşık 5,8 milyar avroluk bir ticaret hacmini etkileyebilir. Ancak, Almanya ve Macaristan gibi bazı AB ülkeleri bu öneriye karşı çıkmakta.
SURİYE, İSRAİL, SDG VE AZINLIKLAR
Bu arada uzun süredir ABD’nin baskısı altında Suriye, İsrail ile bir güvenlik paktı için görüşmeler gerçekleştirdi.
Dün Suriye Devlet Başkanı Al Şaara, adeta İsrail’den korktuklarını itiraf etti, kendilerinden korkulmaması gerektiğini de vurguladı.
New York’taki Suriye Yahudi topluluğundan onbir kişi al-Şaraa ile yapılan bir toplantıya katıldı.
Al-Sharaa’nın geçmişte Suriye’de IŞİD ve El Kaide’de üstlendiği liderlik rolleri nedeniyle Birleşmiş Milletler’deki görünümü eleştirildi.
ABD Aleviler Derneği (AAUS), önde gelen Şii gruplar ve dini özgürlük savunucuları al-Şaara’yı yakından izliyor.
Kendisi hoşgörü ve kapsayıcılık vaat etse de hükümetinin uygulamalarının Suriye’deki azınlıkları korumakta başarısız olduğunu uyarıyorlar.
Şaara’nın eski CIA Başkanı David Petraeus ile yaptığı oturum da dikkatten kaçmadı. Şaara, 4 yıl ABD tarafından hapsedilmiş bir isim. Petraeus, Şaara’yı “Esselamu Aleykum Reis Efendi” diye karşıladı sahnede.
Suriye’de insan hakları ihlallerine dikkat çekenler, Hristiyanlar, Aleviler, Dürziler ve Kürtlerin giderek daha fazla marjinalleştiğini, zulme uğradığını ve ölümcül şiddetle karşı karşıya kaldığını ifade ediyor.
Ancak Suriye’nin kuzeyinde Arapların da asimile edildiği iddiaları var.
Yani dezenformasyon çok yönlü.
Gelelim İsrail’in Suriye’deki muratlarına.
Ki ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Thomas Barrack, bunun kendisi için “iki haplık -Tylenol- baş ağrısı” olduğunu ifade etmişti.
Şam, anlaşmanın İsrail’in toprak ele geçirmelerini geri çevirmesini umuyor, ancak tam kapsamlı bir barış anlaşması uzak.
Türkiye ise SDG’nin merkezi yönetime entegrasyonunda; ABD’den medet ummakta.
SDG kontrolü kaybetmeden merkezi yönetimle bir koordinasyona geçerse Türkiye ABD ile sürtüşme riskini almayacak.
ABD tam birleşmeye sıcak bakıyor gibi de durmuyor.
Kuzey’de Arap güçler SDG ile çatışıyor. Sahada SDG’nin merkezi yönetimin hakimiyetini bırakın koordinasyona gireceğini gösteren bir durum henüz yok.
Bu konuda büyük ve önemli bir gelişme, Trump-Erdoğan görüşmesi ardından duyurulacak mı, göreceğiz.